Dünyanızın bir anda alt üst olduğu, hayatınızdaki büyük bir değişiklikle uyumu yeniden yakalamak için boğuştuğunuz oldu mu hiç? Bu soruları, daha önce sorsaydım, belki de bir an durup düşünecektik. Ancak şu yaşadığımız son süreçte, bir çoğumuz kendimizi bu durumda buluverdik…
Fiziksellik içinde olduğumuz müddetçe, değişikliklere uyum sağlamak acı çekmemizi en aza indirgeyecek neredeyse tek çözümdür. Hayat devam ettikçe, değişim kaçınılmaz, dönüşüm ise bize ait bilinçli bir seçimdir. Dalgalarla uyumlu bir şekilde, nazikçe süzülerek, yükselen-alçalan bir sörfçü gibi olmak, ya da bu dalgaların arasında hiçbir şey yapmadan boğulup gitmek… Çaresiz, hiçbir şeyin hakimiyetimiz altında olmadığını düşündüğümüz zamanlarda bile, kurban zihniyetinden kurtulup, eş yaratıcı olarak özgürlüğümüzü ilan etmek mümkündür. Aslında bu tip zamanlar, varlığımızın diplerine itilip, atıl kalan iç kaynaklarımızı uyandırma yolunda eşsiz fırsatlar sunar bizlere. Hava kadar engin, ateş gibi parlak, su kadar akıcı ve toprak kadar kucaklayıcı olabilmek…
Günümüzde doğanın kendi dönüşümsel evriminden uzak düşmüş olabiliriz. Hayat ve doğa aslında bizlerin alışkanlık haline getirdiği yaşam biçimleri gibi düz bir hat üzerinde değil, tamamen devir-daim yapan döngüsel süreçlerden oluşmaktadır. Mevsimler gibi…Her yılın bir yazı, kışı, ilk ve sonbaharı vardır. İşte bizim dönüşüm ve gelişimlerimiz de kalbimizdeki, düşüncelerimizdeki bir tohumla başlar. Hızla büyür, gelişir, serpilir, yazın sıcağı gibi hararetlenir, yaşam bulur. Sonbahar mevsimindeki gibi, zamanla rehavete, dinlenmeye çekilir ve kış mevsiminin gelmesi ile birlikte yeni döngülere yerini vermek üzere mevcudiyetini, önemini yitirir.
Değişim zamanlarında buna direnç göstererek, dört elle sarıldığımız, dışsal onay, madde ve insanlar da her an olamayabileceğinden, bu bizi geçici bir güvenlik ve koruma sağlar, akabinde yine tasa, stres ve çözümsüzlük beraberinde geri gelir. Zihinlerimizin yarattığı, aslında belki de hiçbir zaman gerçekleşmeyecek felaket senaryoları da bu duruma tuz biber olur. En kötüyü düşünmek bize bir çözüm kazandırmayacağı gibi, durumu dönüştürmek için atacağımız adımlara da engel olacaktır.
Evlerimizi, yaşam alanlarımızı zaman zaman gözden geçirmekte fayda vardır. Yeterince aydınlık mı, atılacak şeyler var mı, boyaya ihtiyaç duyuyor mu, dağınık mı, temiz mi?… Aynı şeyi zaman zaman, kendi içimize dönerek, hatta tam da bu her şeyi bitmiş gibi hissettiğimiz, çözümsüz, çaresiz dönemlerde de yapmalıyız. Hayata yüklediğimiz anlamı, evimizi, işimizi, sağlığımızı, kimliğimizi, inançlarımızı, değerlerimizi, ilişkilerimizi sorgulamalıyız… İyileştirmeye, yeniden biçimlendirmeye ihtiyaç duyuyorlar mı, nerelerde duyuyorlar, ne yapılması gerekiyor, bunun için nelere ihtiyacımız var? Hayatta yerinde sayan, duran hiçbir varlık yoktur. Hatta hep yerinde durduğunu sandığımız dağların bile yerlerinin değiştiği ispatlanmıştır. Her şey gelişir, değişir, dönüşür…
Değişim, dönüşüm beraberinde birtakım kayıplar getiriyor görünse de, uyum sağlamak zaman alıyor olsa da, yitirilmiş enerjimizi geri almak, içsel yuvamızın yeniden inşası ile tüm duygu ve düşüncelerimiz üzerinde muazzam bir yeniden var oluş etkisi yaratacaktır.