İçinde bulunduğumuz koşullar göz önünde bulundurulduğunda, herkesin içinden geçirdiği, fakat farkında olmadığı veya kendinin üzerine çıkıp dile getirmeye cesaret edemediği bir takım düşünceler vardır. Bu sorgulamayı yapmanın önünde duran başlıca iki sosyolojik durum vardır; 1- inanç 2- ideoloji.
Biri ölümden sonraki hayat için, diğeri ise içinde yaşadığımız dünya için, mutluluğu yakalamanın iddialı iki metaforu gibi görünüyor. Ortak noktaları ise egomuzun ürünleri olmalarıdır. İşte dile getirmeye cesaret edemediğimiz gerçek şudur; yeni dünyada bu olgular, insanları mutlu etmeye yetmemektedir.
Egoist doğamızın, bizleri ne kadar kötü bir hale getirdiğini ortaya çıkarırsak, sırf kendi mutluluğumuz için, doğayı, çevremizi nasıl hiçe sayarak kullandığımızı görmeye başlarız.
Tüm bunların farkına vardığımızda utançla arınmanın yollarına koşarız. İşte o zaman bizi kapıda sevgi, merhamet ve erdemlilik karşılar. Bizleri özgür kılacak değerler bunlardır. Herkesin kendisini düşünmeyi bırakıp, komşusunu, dostunu, gökyüzünü ve yeryüzünü düşünmesi! Ne kadar güzel olurdu! Aslına bakarsak, biz insanların bundan başka yolu da yok. Ya el ele verip doğa eşitliğinde sevgi koşuluna geleceğiz ya da egoist doğamızda boğularak kaybolup gideceğiz. Zor gibi görünse de imkânsız değil. Doğa, her zamanki cömertliği ile bizleri çağırıyor; “Haydi gelin! Birlik içinde kardeşler gibi olun!”