Bundan 30, 40 yıl önce bilimin gelişmesinden memnunduk. Başarılar elde ediyor ve gelişiyorduk. Yaşam tatmin ediciydi. Bilim çocuklarımız için ve insanlığın geleceği için daha iyi bir yaşam vaat ediyordu. İnsanlık heyecanla daha önce hiç kullanmadığı yeni icatların hayatımıza katacağı kolaylıkların beklentisi içindeydi. Senede birkaç kez sinemaya gitmenin, siyah beyaz televizyonlarda yılbaşı programı izlemenin keyfini yaşıyordu. Hatta çoğu kişi teknolojinin şu anki durumuna geleceğini hayal bile etmemişti. 1991 yılında gittiğim bir beyaz eşyacıdan görüntüyü durduran, ekranı bölme özelliği olan bir televizyon istediğimde bana; “Sen mürekkep yalamış birisin. Aklın alıyor mu böyle bir şeyin olacağını?” demesini hiç unutmadım.
Günümüzde ise kendi elimizle ürettiğimiz teknoloji sonumuzu getirecek gibi görünüyor. Tehlikelerle sarılmış durumdayız. Ekoloji kaygı verici bir durumda. Tüm insanlık kimyasal ve nükleer silah tehlikesi altında. Daha iyi bir yaşam umudu kayboluyor. Yaşamak için herkesin birbirine bağlı olduğu ve aynı zamanda nefret ettiği bir dönemde yaşıyoruz. Bu nedenle insanlık olarak acı çekiyor ve bu düşüşü nasıl durduracağımızı bilmiyoruz. Taş devrinden itibaren içinde bulunduğumuz bu aşamaya gelmiş olmamız tesadüf mü? Gelişimimizin bir sonraki adımını anlamak için yeni bir süreç mi? Tüm insanlık olarak yeni bir varoluş seviyesine yükselmemiz için mi? Potansiyelimizi keşfederek ne yapmamız gerektiğini öğrenmemiz için mi?
Bugün bencilliğimizin insanları kontrol ettiği ve başkalarını düşünmeye izin vermediği bir aşamaya ulaştık. “Nefret ettiğin şeyi başkalarına yapma, iğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır.” sözcükleri anlamını hızla kaybetti, eskidi, demode oldu. Oysa ki beş kelimeyle bizi bize anlatan evrensel sözcükler birer baş yapıttı. Anlatmak istediği şeyler Kutadgu Bilig Kitabı’nın yazıldığı dönemde aynıydı, günümüzde aynı, yüzyıllar sonra yine aynı kalacak.
Günümüze kadar içimizdeki sahte iyiliğimizi gerçek sandık. Timsah gözyaşlarımızı gerçek gözyaşı sandık. Nasıl mı? Başkaları bize zarar vermesin diye onlarla iyi geçindik. Komşumla iyi geçinmezsem intikam yüzünden acı çekeceğimi biliyorum. Komşumun hissettiği de aynı. Bunun huzurlu ve güvende yaşayabilmemiz için en iyi yol olduğunu düşündük. Bu şekilde nesillerdir yaşıyoruz. Artık sahte maskelerimizi çıkardık. Egolarımız, aramızdaki bütün sınırları bütün savunma duvarlarını aşacak kadar yükseldi. Üstelik arttıkça arttı. Kendimizi kontrol edemez hale geldik. İnsanlar başarılı olmak için başkalarının pahasına bile olsa her şeyi yapar hale geldi. Bu duruma o kadar çok alıştık ki bencilliğin fazla kullanımı sosyal bir norm haline geldi. Başarılı olduğun sürece her şeyin hoşgörüldüğü bir duruma geldik. Üstelik medya da bu durumu körükledi.
Artık bu aşamadan sonra yeni bir yaklaşıma ulaşmak, bireysel hesapların üzerine çıkmamız gereken bir döneme geldik.
İnsanın özü sadece kendisi için almaktır. Doğamız gereği eğer çıkarımız yoksa, başkaları yararına en ufak bir şeyi bile yapmak istemeyiz. Eğer iyi bir şey yapıyorsak bu, karşılığı bize geleceği içindir. İhtiyacım olduğunda onlar da bana yardım eder, kötü davranırsam zarar görürüm. Zarar görmeyeceğimi bilsem karşımdakine iyi davranmam. “Trafikte sağlığımın ve arabamın zarar görmeyeceğini bilsem diğer tüm araçlara çarpar geçerim. Trafik ışıklarına cezası olduğu için uyarım. Ceza olmasa kurallara uymaz, trafiği birbirine katarım. Müziği sonuna kadar açarım. Aracıma egzoz taktırıp özellikle gecenin sessizliğinde son gaz bağırtıp hiç kimseyi umursamam. Hatalı sollarım, önüme gelene çarparım. Bu kötülüğümüzün nokta kadar kısmından bir alıntıydı.
Sürekli egodan bahsediyoruz. Nedir bu ego? Yemek, içmek ailemle beraber olmak, iş, tatil isteğim egoist bir istek midir? Elbette hayır. Maddesel mutluluklar, rahat ve güvenli, sağlıklı bir yaşam arzusu ego değildir. Ego, başkalarına zarar vermektir. Başkalarından nefret etmektir. Mutlu olmam için başkalarının mutsuz olmasını istediğimde, başkalarını kendi doyumum için kullandığımda buna egoizm denir.
İnsan arzusu sadece kendini hisseder. Başka bir şeyi hissetme, anlama, kavrama veya algılama yeteneği yoktur. Bu nedenle gelecekteki kötülüğün temelidir ve henüz kendisi kötü değildir. Çünkü en baştan bu şekilde var olduğu için bu şekilde hareket etmekte kusurlu değildir. Hepimiz egoizmin embriyosuyuz. Egoizm hayvan seviyesinin üstünde olma terimidir. Herhangi bir hayvanın yaptığı gibi var olmak istediğimizde bu egoist değildir. Bununla birlikte bedeninde daha fazlasını özlediğinde, hayvan seviyesini aşan bir şeye sahip olur. Buna egoizm denir. Daha çok daha fazlasını istiyorum. Başkalarının pahasına daha fazlasını istiyorsam, onlardan çalıyorum, bu gerçek egoizmdir. Başkalarının talihsizliğinden mutlu oluyorsam bu ileri düzeyde egoizmdir. Egoizmin gelişiminin farklı dereceleri vardır. İçimizdeki her şey egoist arzudur.
Ego hayvanlarda yoktur. Bir ceylanı yutan aslan ondan nefret eder mi? Hayır. Bu acımasız olsa da aralarında nefret yoktur. Aslan ceylanı yemesi gereken bir yiyecek olarak görür. Aslan onu midesinde sindirir, kırlarda yatar uyur. Ta ki tekrar acıkıp ihtiyacı olan yiyeceği bulana kadar.
Oysa ki insan düşmanına karşı, büyük rekabet, güç savaşı ve onur arayışı hisseder. Bir timsah ineği yutar, altı ay boyunca yemek zorunda değildir, bu onun için yeterli. Ama insan için yeterli değil. İneği yerken, ikincisini nasıl yiyeceğini düşünür. Bu nedenle arzularımızı doldurmak için doğal arzumuzun üzerinde yaptığımız her şey, sürekli yeni zirvelere ulaşan insan egoizmidir. Başkalarının zararına içimizde sürekli gelişen egoizm, doğamızın kötülüğünün köküdür. Ve onun sayesinde bir yandan dünyayı fethederken, diğer yandan kendimizi bir çıkmaza sokarız. Bir yandan teknolojiyi keşfederken bir yandan ölümcül tehlike yaratırız.
Tüm arzularımızın, iyi gibi görünen dürtülerimizin tamamı bencildir. İnsan, düşmanının kalbini alana kadar tatmin olmaz. Başkalarının yıkımı üzerine kendimizi inşa ediyor olmamıza aldırış etmeden, kendi özel faydamız için insanları kullanmaya ve sömürmeye hazırız
Asırlar boyunca egomuzu besledik, büyüttük. Akıllara durgunluk veren, bir insan bunu nasıl yapar, dedirten, insanın insana yaptığı her türlü kötülüğün ifşa olduğu özel bir dönemde yaşıyoruz.
Peki şimdi ne yapacağız? Başkalarının gözünü, kalbini çıkarmaya devam mı edeceğiz? Besle kargayı oysun gözünü mü diyeceğiz? Egomuzu yok mu sayacağız? Dünya tıpkı patlamak üzere olan bir düdüklü tencere gibi. Ocağın altını açıp tencereyi patlatacak mıyız? Tüm dünyayı, herkesi yenmek, en zeki, en başarılı olmak için kendimizi her türlü hazla doldurmaya devam mı edeceğiz?
Ne başkalarının gözünü çıkaracağız ne de egomuzu yok sayacağız. Zaten istesek de egomuzu yok sayamayız. Hammaddemizi değiştiremeyiz. Yeni bir başlangıca, bakış açısına ve değişime ihtiyacımız var. Egomuzun bu kadar gelişmiş olması iyi bir durum. Bu, yaşamın bizi bir adım daha ileriye götürecek olan gerçekliği. İnsanlık olarak taş devrinden günümüze kadar birçok gelişim safhalarından geçtik. Artık gerçek kimliğimizi edinmeye, kim olduğumuzu bulmaya doğru yol alma zamanı. Kötülüğümüzün arkasındaki iyiliğimizi, şimdiye kadar varlığını hiç bilmediğimiz ve kullanmaya hiç ihtiyaç duymadığımız, içimizde şimdiye kadar açığa çıkmamış özümüzü bulma zamanı.
Öncesinde hammaddemizin aslında ne kadar bencil olduğunu bilmemiz gerekiyor. Bunu bilmeden bir sonraki adım gerçekleşmez. Bencilliğimi görüp kullanmak istemediğimde merdivenin ilk basamağına çıkacağım. İçimizdeki küçük manevi özü hapisten çıkarıp yerine egomuzu hapsedeceğiz. Bilerek ve bilinçli olarak. İlerlemenin ilk adımı başkalarına zarar vermemek. İkinci adım başkalarını kendi çıkarım için kullandığımı fark etmek. En önemli üçüncü adım ise, başka insanları önemseyip onların iyiliği için bir şeyler yapmak. (Bu başkasına para vereceğim anlamı taşımaz. Tokat vurana öbür yanağını çevireceksin anlamı da taşımaz.)
Bir kişide oluşan pozitif düşünce tüm insanlığı etkiler. Bu bilimsel bir gerçekliktir. Kuantum gerçekliğidir. Var oluşun gerçekliğidir. Tüm insanlık birbirine görünmez bağlarla bağlıdır. Dördüncü adımda ise birbirimizi hissetmeye, anlamaya başlayacağız. Görünmez bağlarımızı hissedeceğiz.
Sonunda muhteşem bir yükselişin bizi beklediği dönüm noktasına ulaştık. Küresel krizler bizim için yeni ve daha iyi bir yaşama atlama tahtamız olacak. İfşa olan bu negatif güçler, tırmanılan ve onu yükselten bir merdiven gibi insanlığın gelişmesine neden olacak.