Her şeyi dışında yaşadığı şu dünyada, tüm evreni içine sığdırdığını fark etmeli insan. İçimizde özgecil bir şekilde işleyen bir mekanizma var. Vücudumuzda organlarımız var, kemiklerimiz, kaslarımız, hücrelerimiz… Bir akarsu yatağı gibi kanı taşıyan damarlarımız; temizleyen, pompalayan kalbimiz… İçimizde canla başla çalışan bu sistemin farkında bile değiliz.
Saçlarımız dökülüyor, derimiz sürekli yenileniyor, hücrelerimiz ölüp yerine biz hiç farkına varmadan yenileri oluşuyor. İşleyen bu sistemin hiçbir parçası kendi çıkarını düşünerek hareket etmiyor, sağlıklı bir bedenin içinde yaşamak için uyum içerisinde çalışıyor.
Hücrelerden bir tanesi kendi başına hareket etmeye başlayıp, kontrolsüz bir şekilde bölünmeye başladığında, bulunduğu organda kansere sebep oluyor. Tüm mekanizma bu organdaki kontrolsüz hücre ile baş edebilmek için harekete geçiyor. Amaç, vücudun sağlıklı bütünlüğünü koruyabilmektir.
Doğa da çok farklı işlemiyor aslında. Dağlar, akarsular, ormanlar var. Rüzgâr esiyor, yağmur yağıyor, gece gündüzü, gündüz geceyi takip ediyor. Bu uyumu, işleyişi, ahengi bozan; kendi çıkarı için çalışan, bu sistemin bir parçası olduğunu fark edemeyen kanserli hücre için “insanoğlu“ diyebilir miyiz?
Doğanın bizleri cezalandırdığını, bizden intikam aldığını düşünüyorsanız, birde olaya bu açıdan bakmakta fayda var. Cezalandırılmıyoruz! Doğanın merhametli kollarında iyileştiriliyoruz. Doğanın tedavisi arasında depremler, seller, salgınlar, doğal afetler var. Bunlarla bizi yola getirmek zorunda bıraktığımız doğanın, bizden güçlü olduğunu görmemiz gerekir.
Doğanın bizler tarafından korunmaya ihtiyacı yok. O, bir şekilde dengeyi bulur, kendisini onarır. Bozuk olanın ve düzeltilmesi gerekenin bizler olduğumuzu fark ettiğimiz gün, iyileşmeye başlayacağız.