Boğucu bir yağmur sıcağı vardı havada. Bu sıcak bir bahane bekliyordu sanki. Neden bu ağırlık üzerimizde ki sanki?, dedi bir zeytin tanesi. Diğer günlerden farkı ne olabilirdi ki? Hep aynı zeytin ağacında doğarlar, büyürler, ölürler, baharla beraber zeytin ağacı tekrar çiçek açar, tane tutar, büyür olgunlaşır ve ağacın altına toprağa düşer ölürlerdi yine. Ama bugün hepsinde bir sıkıntı vardı. Bu mevsimde, bu dağ başında, “bu sıcak normal” demelerine fırsat kalmadan, bir elin avucunda buldular kendilerini. Sonra da sele gibi bir kabın içindeydiler on zeytin tanesi, ne bir eksik, ne bir fazla, İçlerinden birisi dedi ki “ayrılmayalım çünkü ancak beraber olursak birbirimizden güç alıp verebiliriz, bu da bizi bir yapar” dedi ve başladı yolculukları…
Nereye gittiklerini, ne olacaklarını bilmiyorlardı ama artık ortak bir amaçları vardı. Köklerine ulaşmak… Biri “Bugün burada olmam bile mucize, sizler olmasaydınız ağacımın altında yatıyordum ama şimdi bir amacım var, birilerine faydam dokunacak, hiç böyle bir amacım olmamıştı, hep kendi hazlarım içindeydim.” dedi. “Bu kaba girince her şey değişti, yaşadığımı anlamaya başladım. Sanki şimdiye kadar hiç yaşamamış gibiyim.” derken kamyon durdu ve bir yağ fabrikasının değirmen taşının altında buldular kendilerini. Eziliyorlardı yavaş yavaş, adım adım ama mantık ötesi bu durumda bile mutluydular. “Neden acaba?” dedi biri. “Öze dönmek böyle oluyor demek.” dedi bir diğeri…