Her katında dört daire olan bir apartmanda kapı komşusu olan birer aile idiler. Yaklaşık iki sene önce peş peşe buraya taşınmışlar, iki aile de birbirlerini çok sevmişlerdi. Beraber yemekler yiyor, pikniklere gidiyor, sorgusuz sualsiz birbirlerinin kapılarını çalabiliyorlardı.
Bir süre sonra, nedenini kendilerinin bile hatırlamadığı, eskilerin sudan sebep dediği bir şey için aralarında soğuk rüzgarlar esmeye başlamıştı. Selamı sabahı kesmişler, içlerindeki “sudan sebep” nefret olarak baş göstermeye başlamıştı. Bu durum içlerini acıtsa bile inat yüzünden durumu devam ettiriyor, aralarında oluşan buz tabakasını kırmak için kimse adım atmıyordu.
Durum, çocukları da etkilemişti. Neşe içinde oynadıkları zamanı unutmuşlar, aynı ebeveynleri gibi, nefret onların da gözlerini kör etmişti.
Bir tesadüf mü bilinmez ama iki ailenin de büyükleri memleketlerinden çıkageldi. Önce herkes kendi çocuğuyla yalnız konuştu. Sonra da emir misali bir araya gelelim dediler. Çocukları mecburen isteklerine uydular. Ne de olsa babalarıydı.
İş çıkışı bir akşam toplandılar. Hoş geldiniz haricinde bir cümle sarf edilmeyen, nahoş bir misafirlik olmaya başlamıştı; ta ki büyüklerden biri:
– Hele bir anlatın bakalım, aranızda ne oldu? diyene kadar.
Her iki aile de kendilerinin ne kadar haklı olduklarını anlatma yarışına girdiler. Öyle anlatıyorlardı ki, büyükler tecrübeli olmasa, bu nefret girdabına kapılacaklardı.
– Nasıl unutursunuz sevgi dolu günlerinizi, yaşadıklarınızı?
diye sormalarına rağmen çocuklarının “nefret kıyafetini” çıkaramadıklarını gördüler.
– Bir kahvenin bile kırk yıl hatırı vardır; siz ise beraber yediniz içtiniz, hiç mi hatırı yok bunların?
Büyükler onlara anılarını hatırlatıyor, sevgi dolu cümleleri içlerinde bir yerlere dokunuyordu.
İki aile de itiraz ediyor ama çok yorucu bu ilişkinin artık bu şekilde devam edemeyeceğinin de farkına varıyorlardı. İç sesleri:
– Bu şekilde devam edemeyiz, kendi aklımızla da bu sorunu çözemeyeceğiz galiba, diyordu.
O anda farkına vardılar ki, güçlü bir el gerekiyordu nefreti aşabilmeleri için. Yüreklerinin ta derinlerinden tekrar arkadaş olmayı dilediler.
Büyüklerin sevgi dolu sözleri işte bu güçlü talebe aracılık etmiş olacak ki, “o el” sanki onları birbirlerine itiyor, karşı koyamıyorlar, karşı koymak da istemiyorlardı. Sanki ruhlarının derinliklerinde hep bu anı beklemişlerdi. Barışın mutluluğu onları kaynaştırmış, nefret ise sanki hiç yaşanmamış gibiydi.
Yeni bir bakış açısı edinmişlerdi; nefret dolu duyguları hâlâ var olmasına rağmen sanki artık bir anı gibiydi. Nefret ayrı bir yerde duruyor, onu görüyor ama onun üstündeki yeni ve daha güçlü sevgiye çekiliyorlardı. Birbirlerinin mutluluklarını derinden hissettiler, ruhları sanki neşeli bir şarkı tutturmuştu.
Gece sonlandığında; bir daha böyle bir şey yaşadıklarında ne yapacaklarını biliyorlardı: Kalplerinin en derin yerinden sevgiyi talep etmek!