İnsan, doğası gereği egoist bir yapıya sahiptir. Çocukluğumuzla gelişim evresine giren bu yapı, bizler büyüdükçe çevremizin etkisiyle daha güçlü bir hale gelir ve zamanla kontrolü eline alır.
Başlangıçta ego insanoğluna güzel bir şekilde hizmet etmiştir. Ateşin bulunması, yaşam alanlarının geliştirilmesi, yiyecek ve içecek ürünlerinde çeşitliliğin sağlanması derken rönesans, reform ve sanayi devrimi ile bugünün insanını ileriye doğru taşımıştır. Tüm bu yaşam koşulları, egonun yardımı ile bizlere daha iyi bir hayatı deneyimlemek için bir itiş gücü vermiştir. Günümüzde ise artık dijital çağda olmakla beraber akıllı telefonlar, bilgisayarlar ve internet hayatın büyük bir bölümünü kaplamaktadır. Artık ulaşım, iletişim, üretim, tekstil ve birçok alanda işlerimizi daha kolay halledebiliyoruz. Ve kendi içimizde küçük bir alan olmaktan çıkıp tüm dünya ülkeleri ile aynı ölçüde birbirine bağlı olarak büyüyor ve gelişiyoruz. Artık her şeyi takip edebiliyor, ulaşabiliyor ve alabiliyoruz. Tüm değişim sürecinde egonun bize gelişim arzusu ile nasıl hizmet ettiğini görebiliriz.
Olan Bitenden Neden Ders Almayız?
Peki, başlangıçtan beri mutlu, huzurlu olmak isteyen insanoğlu neden bu gelişim içerisinde gün geçtikçe daha da yalnızlaşıyor? Neden ulaşım ve üretim bu kadar yoğun iken hâlâ dünyanın herhangi bir yerinde açlık ve yoksulluk var? Neden hâlâ tarihten dersimizi almaktan kaçınıp savaşlar peşindeyiz? Tüm bu sorular egonun, beraberinde bizi olmak istediğimiz ‘’mutluluk’’ kavramından aslında ne kadar uzaklaştırdığını da gösteriyor. Bizler doğamız gereği egoist varlıklarız ki bu bizi hayvanlardan ayıran; arzulayıp, düşünüp, tasarlayıp ilerlememize yardımcı olan, kendimizi var etme gücümüzdür.
Sorun Ego Değil, Onu Kullanma Biçimimiz
Aslında sorun ego da değil, onu kullanma biçimimizdir. Bizler nesiller boyu büyüyüp gelişirken doğadan o kadar uzaklaştık ki onun bir parçası olduğumuz gerçeğini görmezden geldik. Nihayetinde hem doğadan hem de birbirimizden kopuk bir biçimde bozuk bir sistem inşa etmiş olduk. İçinde bulunduğumuz dönem bize aslında ne kadar zavallı olduğumuz gerçeğini sunuyor. İstediğimiz kadar gelişelim, Ay’a belki de Mars’a çıkalım ama büyük fotoğrafı görmedikçe bir araya gelemeyen, bir başkası için sevinemeyen, paylaşmayı bilmeyen, bağ kurmaktan korkan bencil küçük çocuklar olarak kalmaya devam edeceğiz. Salgın süreci de bizlere hayatı ve yaptıklarımızı gözlemlememiz için bir fırsat veriyor. Ben ne yapabilirim, hayata ne katabilirim demek yerine mızmız çocuklar gibi hep başkalarını suçluyoruz. Oysa değişim önce kendimizden başlar. Biz değişirsek çevremiz değişir, biz değişirsek dünya değişir. Ama önce biz değişmeliyiz. Bencil arzumuzu özgecil bir yapıyla değiştirmeyi kabul etmediğimiz müddetçe egomuz bizi kendi kendimizi yiyip bitirdiğimiz dönüşü olmayan bir yıkıma götürecek.