İnsan, doğası gereği rahatına düşkündür. Alışık olduğu hallerden kolay kolay vazgeçmek istemez. Eskileri bırakıp da yeni davranışlar edinmekte zorlanır. Genel anlamıyla stabil olup, bildik ortamında güven içinde kalma eğilimindedir.
Bu nedenle birey için yeni başlangıçlara geçiş aşamaları ve zorunlu haller, çoğu zaman sorunlu kriz süreçleridir.
Kriz, bireyin, bir grubun ya da kalabalık bir topluluğun alışılagelen işlerini yerine getirmesini engelleyen, acil ilgi ve çözüm gerektiren, beklenmeyen durumlar ve ani değişiklikler olarak tanımlanır. Bu süreçle yüz yüze kalan bireylerin süreci yönetebilmesi doğal olarak oldukça zordur. Çünkü kriz çoğu kez, neredeyse bir doğum anıyla özdeştir.
Anne karnındaki fetüs, korunaklı sığınağında güvendeyken fazlaca gelişmiş olmasının getirdiği etki ile üzerinde büyük bir gerilim ve baskı hisseder. Sonunda bir çıkış noktası arar. Diğer yandan, anne de aynı şekilde gerilimin yarattığı durumu taşıyamayacak noktaya gelir ve fetüsü dışarı çıkarmak ister. Büyük bir doğum sancısı yaşanır. Bu aynı zamanda fetüs için, güven ortamından kopuşun ve kaosun başlangıcıdır. Fetüs alıştığı güven ortamından koskocaman bir belirsizliğe düşmüştür. Kopuşla birlikte artık eski hale dönme koşulu da ortadan kalktığına göre , o şimdi hem yok oluşla hem de yepyeni bir varoluşla karşı karşıyadır.
Oysa ki yeni doğan, yaşamla ödüllendirilmiştir. Evet, kriz her zaman kaosla sonuçlanmaz, eskinin kökleri kadar yeninin tohumlarını da bünyesinde barındırır ve pek çok fırsatla birlikte gelir. Yeni doğan, bu algıdan uzak olsa da gerçekte durum budur. Tıpkı bazı kültürlerde köle olarak yaşayan insanların başlangıçta özgürlüğü hak ediyor olabileceklerini düşünememeleri, köleliğin kendilerine uygun olan durum olduğunu düşünmeleri gibi.
Salgın sonucu, toplumsal ve bireysel olarak hepimiz bir krizle karşı karşıya kaldık. Tek başımıza bu krizle başa çıkabilmemiz belli ki imkansız olduğundan, bu kriz süreciyle baş edebilme zorluğu, ortak amaçlarımız ve hedeflerimiz için birlikte hareket etmemizi zorunlu kılmıştır. Bu zorunluluklar bizi korkutsa da, gelecekteki ‘yeni birey’in, ‘yeni toplum’un inşası için ve daha sağlıklı bir geleceğin tasarımı için bize avantajlar da sağlayabilir. Bize bir fırsat sunabilir. Almak yerine vermeyi deneyimleyen , tüketici yerine üretici, özgecil (diğerkamlık) insanı birlikte yetiştirme fırsatı…