Krizler, kitleleri etkilediği zaman bir güç haline gelir ve aynı zamanda mecburi dönüşümleri ve dönüşümlerin yaratacağı etkileri de beraberinde getirir. Bu krizler, kavşakta olmak gibidir ve yönünüzü nereye döneceğinizi bilmediğiniz bir zamanda yeni bir yol, amaç ve yön belirlemede etkilidir.
Günümüzde insanoğlunun bencil gelişimi, zirve noktasına ulaştı ve egoist rekabetler sonucu büyük problemler oluştu. Eğer devam ederse, gerçekten korkunç bir hal alabilir. O yüzden, ciddi bir dönüm noktasının tam ortasındayız. Bu durumda, geleceğimizi iyi bir şekilde inşa etmek için ne yapacağımızı analiz etmeliyiz. Yaşadığımız ortak sorunların çözümleri de ortak olmalıdır. Ama bazen asıl mesele sorunlar değil sorunlara nasıl bir çözüm bulunacağıdır. Toplumumuz için gerekli olan esas şeyin, bizlerin de çocuklara söylediği gibi, savaşmayı bırakmak, iyi çocuklar olmak, karşılıklı sorumluluk taşımak olduğunun farkına varmalıyız. Aslında yetişkinlerin davranışları da bu çocuklardan çok da farklı değil. Sadece bunu nasıl başaracağımızı bilmiyoruz. Çünkü egomuz bizi birbirimizden ayırıyor ve başkasına zarar vermemiz için her şeyi yapmaya hazır. Biri gözümüzü çıkarırsa, biz onun iki gözünü çıkarmaya hazırız. Kendimizi daima başkalarıyla karşılaştırırız. Her zaman başkalarından daha iyi olmamız gerektiğini düşünerek, başkalarıyla sürekli bir rekabet halinde oluruz. Aslında bunu yapma nedeni ihtiyaç değil başkalarından daha iyi olma isteğidir.
Peki ne yapacağız? Tüm eğilimlerimizin tam zıddı olacak şekilde, başkalarına iyilik yapmayı isteyeceğimiz biçimde doğamızı değiştirebilir miyiz? Bu tür bir rekabet içinde yaşadığımızı fark edip, eşitlik içinde olmak için birbirimizi desteklediğimiz bir anlayışa yükselirsek; mutluluğumuzu baltalayan rekabet duygusundan arınarak pozitif bir gelişim sürecine gireriz ve rekabet duygumuz herkesin genel yaşam standardını yükseltmek isteyeceği bir toplum inşa etme isteğine dönüşür.
Değişimin özü, kendimi iyi hissetme arayışından, herkesin iyi olması arayışına geçiştir.