Uykulu ve bıkkın bir ruh haliyle uyanan Adam kendi kendine:
– Of yahu! dedi. Her gün aynı şey. Yat kalk, işe git, yemek ye…
Mutlu olmak istiyor, her şeyi gözden geçiriyor ama onu mutlu edecek şeyi bulamıyordu. Çoluk çocuk, iş, ev her şeye sahipti ama yüreğindeki boşluk bir türlü dolmuyordu.
Sabah kahvesini içerken arkadaşı aradı. Anladı ki onun da aynı şikayetleri var.
Buluşmaya karar verdiler. Parkta yaptıkları uzun yürüyüş esnasında konuşmalarının ortak noktası “Ne için yaşıyoruz?” oldu. Beraber büyümüş, dertlerini, sevinçlerini birbirleri ile paylaşmışlardı. Birbirlerini o kadar iyi anlıyorlardı ki sanki iki bedende aynı şeyleri yaşıyor gibiydiler.
Dinlenmek için durduklarında:
– Evet, dediler. Aynı şeyler ama şimdi ne yapmalıyız?
Adam dedi ki:
– Çocukluğumuzu hatırlıyor musun? Oyun oynar, kavga eder ama sonra sarılırdık. O anda öyle mutlu olurduk ki oyunu bile unuturduk.
Diğer adam:
– Evet, keşke yine öyle mutlu olabilsek. Sanki bir şeyler eksik, ona ulaşamıyoruz.
Adam düşündü, arkadaşı da… Bir yerlerden bunun imkansız olmadığını duymuşlardı. Adam dedi ki:
– Hatırladım! Çocukken bizi mutlu eden, şimdi de bizi bu düşüncelere getiren o güçten talepte bulunmalıyız. O gücün varlığıyla ilgili bazı şeyler duymuştuk.
Birden ikisini de bir mutluluk kapladı. Mutluluğun geldiği yerden cevaplarını da alıyorlardı. Şimdi ne yapacaklarını biliyorlardı. Sonuçta ikisi de ayrı insan olmalarına rağmen, soruları, cevapları, sıkıntıları, mutluluğu veren o güce yaklaşmanın, onu bilmenin hazzını elde etmek istiyorlardı. Üstelik o, bu düşüncelerin içindeydi. Tek yapmaları gereken, çocukluktaki gibi ama bu defa talepte bulunarak birbirlerini ve o anda ortaya çıkan o gücü hissetmek istemekti.