İnsan hayatında önemli yer tutan duygular, olumlu ve olumsuz iki temel oluşumu içerir. Buna göre; olumlu duygular, “hayattan alınan aktif haz ve keyif” olarak tanımlanırken, olumsuz duygular “kişinin stres, korku, kızgınlık gibi hoş olmayan duyguların aktive olması” ile tanımlanmaktadır.
Yaşamımıza baktığımızda, üzüntü, başarısızlık, ıstırap gibi olumsuz duyguları olumlu duygulardan daha fazla yaşadığımızı görürüz.
Teknolojinin gelişmesi ile insanlar, belli bir yaşam seviyesini yakalamışlarsa da ekonomik, siyasal, sosyal vb. risklerle karşı karşıya kalmışlardır. Risklerin bazıları depremler, seller gibi doğa riskleridir. Ancak insanlar kendileri de risk üretirler. Örneğin değişimin hızı, belirsizlik, işsizlik, yalnızlık, mutsuzluk, bozulan ruhsal sağlık vb. bunların bazılarıdır. Özellikle de bu hızlı değişimi yakalayamama korkusu, belirsizlik kişide kaygı ve gerginliğin sebepleri olarak görülmektedir. Tüm bunlar hayatlarımızı olumsuz etkilemektedir.
Giderek artan işsizlik, değerlerdeki yozlaşma da insanları kaygı ve yalnızlığa itmiştir. Çağın hastalıkları olan Domuz gribi, Aids, Covid 19 vb. de bu olumsuz duyguları pekiştirmektedir.
Ayrıca, bireyselleşmenin ailenin değişmesinde etkili bir faktör olduğu görülmektedir. Çünkü bireyselleşme, aile üyeleri arasındaki ilişkileri ve bağları kopma noktasına getirmiştir.
Toplumsal ve ekonomik değişimler aileyi ve çevreyi etkilemekte ve değiştirerek yaşamı daha karmaşık bir hale getirmektedir. Tüm bu kaygılar ve gerginlikler insanların ruhsal sağlığını bozmakta, bireylerde sosyal ve duygusal problemlerin ortaya çıkmasına ve stres yaşamasına neden olmaktadır. Tüm bu olumsuzlukların gerisinde ise insan ilişkilerinde mantığın artırılıp duyguların azaltılmasının etkisi bulunmaktadır
Tüm bu değişimlerin sonucunda, daha çok kazanmak, daha çok tüketmek, daha gösterişli ve konforlu yaşamak; toplumda bir saygınlık, bir statü simgesi olmaya başlamıştır. Bu önce bir zihniyet değişimine, sonrasında ise bir hayat tarzına dönüşmüştür. Birey önce çevrede gördüğüne imrenmiş, daha sonra onu elde etme yarışına girmiştir. Ancak tüm bu rahatlıklar ve kolaylıklar dahi insanı doyumsuzluk ve güvensizlikten kurtaramamıştır.
Bizler de farklı sistemlerden oluşan bir çevrenin içine doğarız. Nasıl ki bu sistemler birbirine bağlı ve karşılıklı etkileşim halindeyse ve aralarında ilişki bulunan bir bütün olarak tanımlanıyorsa bizler de hayatlarımızı sürdürebilmek için birbirimize gereksinim duyarız ve karşılıklı birbirimize bağımlıyızdır. Aynı şekilde duygular da çevreye bağlıdırlar. Duygu ve düşüncelerimizi diğer insanlarla paylaşmak için bu sistemler vasıtasıyla etkileşim kurarız. Davranışlarımız ise yaşadığımız sosyal çevrenin içerisinde meydana gelen etkileşimlerin yönüne göre değişmekte, yani olumlu ya da olumsuz olabilmektedir. Burada yaşanan dengesizlikler ise strese yol açmaktadır.
Bireyler, stresle baş edebilmek için çevrenin talep ve kaynakları ile kendi imkân ve yetenekleri arasında bir denge kurmak zorundadırlar. Bu olumsuz duygularla başa çıkabilmek için sakinleşmeye, rahatlamaya ve bu olumsuz duyguların üstesinden gelmeye ihtiyaçları vardır.
Özetle, olumlu da olsa olumsuz da olsa tüm duygular bize aittir ve bunlarla yaşamayı öğrenmek zorundayız. Duygularımızı doğru zamanda, doğru şekilde yönlendirirsek hem toplumla hem doğayla daha olumlu, daha yapıcı ilişkiler kurarak hayatımızı daha kaliteli olarak devam ettirebiliriz.