Her sabah olduğu gibi bu sabah da on balıkçı bir çember şeklinde oturmuş, bir taraftan kendi aralarında yıpranan ağlarını onarıyorlar, diğer taraftan da ak sakallı bilge balıkçıyı dinliyorlardı. Ak sakallı bilge balıkçı büyük bir arzu ile onlara anlatıyordu, bu balinayı neden yakalamak zorunda olduklarını.
Zamanları kalmamıştı artık. Son derece önemli bir durumdu. Ya bu balinayı yakalayacaklardı ya da bu dünya denilen köylerinde çok zorlu fırtınalar, kıtlıklar, susuzluklar yaşanacaktı.
Bilge balıkçı, bu balinayı yakalamanın ne kadar zor olduğuna dair tecrübelerini aktarıyor; kendi başına birçok balıkçının bunu denediğini ama hiçbirinin başarılı olamadığını anlatıyordu.
Balinanın ancak on tecrübeli balıkçının kendi aralarında ördükleri en sağlam ortak ağları ile yakalanabileceğini, bunun için de birçok zorlu koşuldan geçeceklerini; bazen birbirlerinden nefret edeceklerini, hatta birbirlerini öldürmeyi bile düşüneceklerini ama vazgeçmemelerini, bu balinayı yakalamanın dünya denilen köy için önemli olduğunu, her an bu amaçlarını düşünmelerini ve birbirlerine hak vererek bütün bu kötü koşulların üzerine çıkarak ilerlemeleri gerektiğini, bıkmadan usanmadan anlatıyordu.
En önemli olan şey, kendi aralarındaki bağdan doğan sevgiyi ortaya çıkararak denize açılmalarıydı ki karanlık dağılmaya başlamış, sabahın ilk ışıkları görünmüştü. Artık büyük bir maceranın önünde olan on balıkçı, yerlerinden kalkıp kayıklarına binmiş, hiç konuşmadan, içlerinden hepsi bir diğeri için dua ederek büyük ışığa doğru büyük bir ahenk içinde küreklere asılıyorlardı, dünya denilen köyün onlara ihtiyacı vardı.