Buraya nasıl gelmişti, bilmiyordu ama bildiği bir şey vardı, bu dünyada artık onu mutlu eden hiçbir şey yoktu. Her yolu denemişti oysa, onlar gibi olmak için. Ama olmuyordu, dünya denilen sahnede o göbeği sallayamıyor ve kıvıramıyordu.
Oysa onlar gibi olmak, ”kahpe dünya” deyip geçmek için neler vermezdi ki! Ama olmuyordu, birisi bunun aptalca olduğunu fısıldıyordu kulağına sürekli. Farklı bir dünya var mıdır, düşüncesi geldi aklına. Onlara da takıldı bir süre ama anlatılanlar hep hayal ve bu dünya ürünüydü. Farklıymış gibi sunulan her şey aslında eskinin bir tekrarıydı. ”Yeni bir dünya mümkün” diyenler bile mahalleden geçen eskici gibiydiler gözünde. Zaman geçtikçe umudu iyice azalmaya başlamıştı ki bir sabah farklı biri geldi karşısına. Bir farklılık vardı onda da. Çok kayıtsız görünüyor, kural sevmiyordu. Konuşmaya başladılar, bu dünyadan çıkma yolunun sadece o dağın en yüksek zirvesine ulaşmakla mümkün olduğunu, bunu da bin kişiden ancak bir kişinin başarabildiğini anlattı. İnandırıcı görünüyordu ama aslında onun başka bir şansının olmadığını da nereden bilecekti? O yüzden diğeri onun “hemen gidelim” demesine şaşırmıştı çünkü o da böyle ayran gönüllü, geçici hevesli çok kişi görmüş, ama ellerine haritayı alıp yolu görünce daha hazırlık aşamasındayken vazgeçivermişlerdi. Olsun, denemeye değer deyip biraz da yolu bilmenin verdiği gururla haritayı vermişti.
Hemen haritayı açtı ve gördüklerine inanamadı, yıllarca aradığı buydu sanki. Harita onun için çizilmiş, yoldaki ayrıntılar onun için yazılmıştı. Heyecanlıydı, aradığını bulmuş olma ihtimali bile ona heyecan veriyordu. Yine aceleyle bunun hazırlığının nasıl olacağını sorduğunda, yerel bir rehber olduğunu, onun da bu dağın olduğu yerde esas eğitimi veren rehberin öğrencisi olduğunu ve esas rehberle yola çıkmak isteyenleri hazırlamak için bir hazırlık eğitiminin sonunda seçerek onun okuluna gönderdiğini anlattığında hiç hoşlanmasa bile başka bir yol olmadığını anladı. Hemen kaydını yaptırıp çalışmaya başladığında şaşkındı. Ülkenin en garip insanları bir araya gelmişti sanki. Bunlarla değil dağın zirvesine çıkmak, düz yolda kaybolur insan, diye geçiyordu aklından ama yerel rehber gerçekten çok etkileyiciydi. Anlattığı her şeyi detaylandırıyor, büyük bir emek harcıyordu. Ona göre buraya gelen her öğrenci kalbinde bir hazine saklıyordu sanki. Doğrusu, öğrencileri gözü pek tutmasa da öğretmen mükemmeldi. Günler çok çabuk geçti, hazırlık okulu sonunda hedefine daha yakın hissediyordu kendini. O, zamanında gözünün tutmadığı öğrencilerin de öyle boş olmadığını gün geçtikçe daha iyi anlıyordu. Artık hedef; dağın, nefret dağının üzerindeki zirve idi. Bunun için de yerel rehber onları en iyi tanıyan olarak onar kişilik gruplara ayırmıştı.
Artık derslere dağın olduğu ülkedeki en tecrübeli rehberle devam ediyorlardı. Dersler gerçekten her geçen gün ağırlaşıyordu. Yolu en çok gidip gelmiş olan rehber kendi hocasından da aldığı tecrübe ile yolun ne kadar zor olduğunu ama imkansız olmadığını, atılan her adımın çok önemli olduğunu, atılan her sol adımdan sonra hemen sağ adımın gecikmeden atılıp orta yolu kaybetmeden hızla ilerlemek zorunda olduklarını, çünkü yolun her gün biraz daha engellerle dolu olacağını, bunu aşmanın tek bir koşulunun olduğunu, o da atılan her adımda kendin için değil de yolda seninle yürüyen diğer dağcıyı düşünmek zorunda olduğunu, yoksa düşmelerin kaçınılmaz olduğunu, bu düşmelerde de sadece yanında olan dostunun sana yardım edebileceğini anlatıyordu. Yola çıkarken herkesin bir diğerine bir söz vermesi gerektiğinden ve birbirlerine bağlandıkları bir bağdan bahsediyordu. Yolda kendilerine devamlı diğerlerinden nefret etme hissiyatının geleceğini, hatta onları öldürmeyi bile isteyebileceğini ama onlara ne kadar muhtaç olduğunu, amaca ulaşmak için onları sevmekten başka hiçbir şansının olmadığını anlatıyordu. Yolda kendini diğerlerinin karşısında eğerse, gelen hissiyatın nefretten sonra sevgi olacağını garanti ediyordu. Hatta bunu, evliliklerde yaşanan tartışmaların sonunda çiftlerin arasındaki sevginin daha da büyüyüp güçlenmesi örneğiyle, en önemli şeyin yoldan ayrılmadan birlikte ilerlemek olduğunu anlatıyordu.
İşte yola çıktıklarında nelerle karşılaşacaklarını bilerek bir gece karanlığında yola çıktılar. Hepsi kararlıydı. İlk önce ışıkların olduğu tepeye kadar çıkarak orada kamp kuracaklar, zirve için gerekli enerjiyi topladıktan sonra yola devam edeceklerdi. Kararlıydılar, hepsinin bir diğerine ihtiyacı vardı. Hiç kimseyi geride bırakmadan ilerlemek zorundaydılar. Yolda başlarına ne gelirse gelsin ona karşı başlarını eğip amaca doğru ilerlemeleri gerekiyordu. Artık kendi aralarında konuşmuyorlar, molalarda bile sadece kendilerinden önce oraya gitmiş dağcıların yolda neler hissettiklerini anlatan kitapları okuyarak konsantre oluyorlardı. Yolun gittikçe zorlaşacağı sinyallerini alıyorlar, içlerinde diğerlerine ve yola karşı olan düşünceler gelir gelmez hemen bunun üzerine çıkmanın önemini hatırlıyorlardı. Ortalarındaki ipe tutunarak ilerliyorlardı. Hepsi hem grubun en önünde hem de en arkasında yürüyor, birbirlerini tutuyor ve güç veriyorlardı. Ne kadar yolları kaldığını bilmiyorlardı, daha önce gidenlerin ve rehberin anlattıkları hatıralarına geldiğinde, evet, yakın olmalıydılar ama zaten zaman ve mekan kavramını unutmuşlardı çoktan. Yola ne zaman çıktıkları, ne olduğu, ne olacağı… Şimdi tek bir hedefleri vardı, beraber yola çıktıkları ve dost olduklarını amaca, yani zirveye ulaştırmak.