Hepimiz hayatın bir noktasında anlam arayışına girmişizdir. Hatta bu arayış öyle bir bilinmezdir ki daha küçük yaşlarda bunu sorgulamaya başlarız. Çocuklar gelişim sürecinde çok iyi gözlemcilerdir. Çekirdek aileden başlayarak onları kuşatan çevreyi meraklı sorularıyla anlamaya çalışır ve irdelerler. Bu soruların içinde yaşama dair sorular da vardır. Neden varız, nereden geldik gibi soru yağmurlarıyla yetişkinlerden alabildikleri her cevabı çölde susamışçasına içerler. Yetişkinler de bu soruları ya geçiştirirler ya da tam bir yanıt veremezler. Dolayısıyla çocukluk dönemini geçiştirilmiş sorularımızla geride bırakıp toplumun ve çevremizin yönlendirmesiyle gelecek için rekabet dünyasına hazırlanırız.
Bu süreç içerisinde bu anlam arayışı içimizde ara sıra nüksetse de genel koşturmacamızdan dolayı üstünde durmamayı tercih ederiz. Artık bize empoze edilen bir hayatı yaşamaktayızdır ve başarılı bir doktor, profesör, sanatçı ya da herhangi bir meslek dalında kendimizi gerçekleştirmeye çabalarız. Fakat her ne yapıyor olursak olalım veya kim ya da ne olmaya çalışırsak çalışalım bir şekilde içimizde bu arayış ara sıra ortaya çıkar ve bir gün baskın gelmeye başlar. Ta ki bizler gerçekten kalbimizi dinlemeye başlayana kadar. Yaşadıklarımızdan, edindiklerimizden ve gözlemlediklerimizden aslında yaşamın bunca şeye rağmen bir anlam ifade etmediği gerçeğiyle yüzleşiriz. Geriye iki seçenek kalır. İlki, kendimizle yüzleşip bu anlam arayışının aslında ne olduğuna dair içsel bir çabaya girmek. ikincisi ise yine her zaman yaptığımızı yapıp hiçbir şey yokmuş gibi davranmak. Oysa içinde bulunduğumuz dönemi biraz gözden geçirebilirsek yaşamın bizimle konuştuğunu hissedebiliriz.
İçinde bulunduğumuz salgın koşulu tüm insanlığa bunca zaman ne kadar boş işlerle uğraştığımızı, birbirimizle doğru etkileşim yaratacak değerlerden, birbirimizle doğru bağ kurmaktan ne kadar koptuğumuzu bizleri evlerimize tıkarak gösteriyor. Birbirimizle olan iletişimimizde sevgi, empati ve hoşgörü kurmak yerine birbirimizi ne kadar tüketmek ve sömürmek üzere bir dünya inşa etmiş olduğumuzu anlamamıza yardımcı oluyor.
Şimdi bizlere düşen ise gerçekten bu hayatta ne istediğimize odaklanmaktır. Başkalarının mutluluğuna ortak olabilmek, herkes için sevinebilmek… Sadece kendimizin değil çevremizdeki herkesin mutluluğunu ve refahını arzulamayı istersek bu dünyada aslında herkesin tek isteğinin mutlu olmak olduğunu bileceğiz. Çünkü mutluluk birbirimizi sömürmekle değil birbirimize ne kattığımız ile ilgilidir. Belki o zaman birbirimizle savaşmayı bırakır, bir ve bütün olduğumuzun hissiyle gerçek mutluluğu ve hayatın anlamını birlikte inşa edebiliriz.