Binlerce yıldır gelişiyoruz. Yaşam şartlarımıza ve insanlığın birbirine olan kötü tutumuna baktığımızda, bu gelişme ilkel kaldı. Çünkü insanın sadece protein beden gibi davranması yanlıştır ve bu davranış insanlığı daha ileri bir gelişim aşamasına taşımaz. Bizlerde en ilkel zamanlardan beri içimizde iki seviye var; birincisi “insandaki hayvan” ve ikincisi “insandaki insan”.
Nasıl çocuk yetiştirdiğimize, onlar için nasıl bir çevre yarattığımıza ve nasıl bir eğitim sistemi yarattığımıza bakalım. Sonuç olarak onlar için iyi bir dünyanın hazırlanmış olduğunu görmüyoruz. Çünkü bizler hayvanlardan beteriz. Hayvanlar kendilerini ve yavrularını mümkün olduğunca donatmaya çalışırlar. Bizler ise yavrularımız için, bile bile rahatsız edici, elverişsiz, güvensiz bir dünya yaratıyoruz ve genellikle yarın ne olacağını bilmiyoruz. Biz ebeveynler, gelecek nesil için kötü koşullar hazırlıyoruz.
“İnsandaki hayvan” seviyesinin farkında olmak, “insandaki insan” seviyesinin gelişimini hızlandırır. Bu kısır döngüden kurtulamıyor olmamızın sebebi alışkanlıkların zamanla gerçekliğimiz olmasından kaynaklı. Oysa ki bu paslanmış zinciri kırıp yeni bir yaklaşıma insanın kendisiyle, çevresiyle ve ona hükmeden doğayla bir şeyler yapması gerektiği anlayışına gelmesi gerekir.
İşte “insandaki insan” seviyesinin başladığı yer burasıdır. İnsan doğasının kötü olduğunu fark ettiğinde, şu soruları sormaya başlayacaktır: “Neden doğam kötü? Doğamın kötü olmasının sebebi ne? Bunun farkına nasıl varabilirim? Kötüysem varlığımın anlamı ne?”
Bu farkındalık nesilden nesile içimizde birikir ve bizi bu hayatı anlamamız, ilişkilerimizi onarmamız, aramızdaki boşluğu doldurmamız gerektiği anlayışına getirir. İnsanlar teröre karışmaya, uyuşturucu kullanmaya, boşanmaya ve aileler parçalanmaya başladığında, bütün bunlar gerçek bir çözüm bulma ihtiyacına yol açacak olan acıyı biriktirir. Dileyelim ki insanoğlunun biriktirdiği acılar bir çocuğun dondurma yerken damağında hissettiği lezzete, ilk kez bisiklete bindiğindeki coşkuya, kreş sonrası annesine kavuşurken gözlerindeki parıltıya ve kardelen çiçeğinin pürüzsüz beyazlığına, ilkbaharda açan mis kokulu çiçek bahçelerine dönüşşün.
Eğer dönüşmezse kendim için değil dünya için, başkaları için anlamına gelen gerçek sevgiyi nasıl hissedeceğiz? Gerçek sevgi kendini düşündüğün kadar başkalarını da düşünmektir. Tüm dünyayı komşumuz yapmadığımız sürece “insandaki insanı” bulmamız oldukça zor olacak.