Binlerce yıldır sorduğumuz ancak cevabını tam olarak bulamadığımız bir soru. Üstelik cevabı oldukça basit görünüyor. Tarih boyunca bu nihai sorunun cevabını araştırdık. Ancak insan deneyiminin enginliğini asla tam olarak yakalayamadık. Verilen cevapların arasında insan olmayı nasıl deneyimleyeceğimizle ilgili doğru ve tam bir cevap yoktu. Bu güne kadar hiç kimse hayatta olmanın muhteşem mucizesini tarif etmeye yaklaşamadı.
Belki aşık olduğumuzda sevgiliyle buluşmak için yolda hissedilen dünyanın en mutlu insanı olma hissini ya da doğum sonrası kucağına ilk kez bebeğini alan annenin tarifsiz hissini yaşamak, belki aşkınızla evlenirken yüzüklerin arasındaki parlak renkli saten şeridi kesen makasın sesini duymak, belki kötü bir haber beklerken doktorun kapıdan güzel bir haberle çıkmasıyla hastane bahçesinde ilk aldığınız nefesin tazeliğini hissetmek, vs. yazmakla bitmez.
Kim olduğumuzu anlamayı istediğimizde kalbimizin dört köşesine her açıdan bakmak gerekir. Ritmine, nefretine, öfkesine, sevgisine, kıskançlığına, açgözlülüğüne, empatisine, sempatisine, sahiplenmeye, itmeye, gülmeye, ağlamaya, neşesine hüznüne. Davranışlarımızın, hislerimizin temel kaynağı ne? Neden bu şekilde davranıyoruz? Zihnimizin derinliklerinde davranışlarımızı neyin yönlendirdiğini bulabilir miyiz? Tüm bu soruların cevabını bulursak insan olmayı hissedecek miyiz?
Yüz yıllar öncesinde fikirlerimizi nasıl ifade edeceğimizi öğrendik ve tehlikeden, güvenden, sevgiden, umuttan, gelecekten söz eder olduk. Kim olduğumuzu ve nasıl yaşamamız gerektiğine dair ortak yanlarımızı bulduk. Bir arada yaşadık. Yiyecek için bitkileri ve hayvanları nasıl evcilleştireceğimizi öğrendik. Parayı kullanmayı öğrenerek ticaret yaptık, krallıklara dönüşen sosyal bir hayvan olduk.
2500 yıl önce Güney Avrupa’da ve Orta Doğu’da küçük bir grup insan kim olduğumuz hakkında sorular sormaya başladı. Yaşamın en iyi yolu nedir? İyi bir hayat nedir? İnsan olmak ne demektir? Bu soruların cevabı, yaşam felsefemizi, medeniyetimizi nasıl inşa ettiğimize bağlı. Bu gün hem kendi gezegenini yok ederek hem de kendi nesline hayat vererek, iki zıtlıkta dünyanın üzerinde hakim güç olduk. Bir taraftan yeni doğmuş bir bebeğin süt kokan yaşam sevincine, diğer taraftan silah ateşinin öfke, nefret ve kan kokan intikamıyla gelen korku dolu gözlerdeki acıya şahitlik eden bir zamanda yaşıyoruz. Aslında kendi türümüzü de yok etmeye çalışarak tehlikeli bir sürece girdik.
Günümüzde biyo-teknoloji ve yapay zeka kim olduğumuzun özünü parçalarken, türümüzün tamamen insan olan son örneği de olabiliriz Neyse ki kendi zekasını geliştiren inanılmaz robot Sofia, insan gibi düşünemiyor ve hissedemiyor. Peki birkaç yıl sonra bizden biri olabilir mi? Teknolojide bugün imkansız dediğimiz yıllar sonra gerçek olabiliyor.
İnsanlığın gelişim hikayesi dikkat çekici, şaşırtıcı ve muazzam. Şimdiye kadar anlatılan en büyük hikayeyi yaşamak bizim elimizde. Bizim seçimlerimizde. Her şey bize bağlı. Geleceğimizi, dünü, bugünü, yarını hepsini değiştirebiliriz. Çünkü Sophia’da asla olmayacak olan bizim içimizde var. İnsanın kalbinde keşfedilmeyi ve gelişmeyi bekleyen, tıpkı değerli bir maden yatağında keşfedilmeye hazır elmas taşı gibi çıkarılmayı bekleyen hazine var. O hazineyi bulmak, insan olmakla kutlamak istediğimiz şeydir.
İnsanlık için muazzam gelişimin hikayesi aynı zamanda umut ve vaat, korku ve hayal kırıklığı dolu binlerce yıl yankılanan milyarlarca bireysel yaşamın hikayesi. Gerçeklik hakkında daha çok şey keşfettikçe, evrenin enginliğinde bir toz zerresi haline gelerek, kendi önemsizliğimizden başkalarını önemsemeye doğru ilerleriz. İnsan olmak hayatı tüm renkleriyle ve potansiyeliyle deneyimlerken arkada enkaz yığını bırakmamaktır. Hayatta olmanın ve ben yerine, biz olmanın ne anlama geldiğini keşfetmenin heyecanı, bizi dünyanın en büyük harikası yapar.