Her coğrafyanın kendine ait dili, her dilin kendine özgü yapısı vardır. Dil, kültür, gelenek, sanat demek, o toplumla alakalı hissel, anlamsal bir geçmişi bulmak demektir.
Dünya üzerinde binlerce dil olduğu keşfedilmiştir. Zihnimiz ve bedenimiz, dilimizdeki harflerle, kelimelerle arzularını, hayallerini düşünür, eyleme geçirir ve evrene yansıtır. İnsanlar, birbirleriyle konuşurlar, anlaşırlar ve hareket ederler.
Dil olgusu, çok değişken bir yapıdadır. 70 yıl önceki Türkçe ile bugünün Türkçesi tamamen farklıdır. Tarihsel olaylar ve şartlar değişmiştir. Yüklenen anlamlar ve hisler de birçok yönden farklılık göstermektedir. Her kelimenin aktardığı bir arzu, his, yön mevcut olup, bu sebeple, birbirimizle kurduğumuz ilişkiler de düşünce yapımızın önemini arttırmaktadır. İletilen cümleler, bizim için önemli uyarıcı etkiler yapmaktadır
Cümleleri kullanış tarzımız ve anlatış şeklimiz bize toplumda belirleyici roller vermektedir. İnsanların birbirlerini anlayamaması, kendi kendilerini pek ifade edememesine de dayanmaktadır. Söylemek istediklerimizi iletirken, karşıdaki insanın bunu tamamıyla kendi düşünsel, hissel alanında biçimlendirmesi ve de gerektiği gibi dinlememesi bizi ayrılığa sevk etmektedir. Her insanın farklı siyasi, dini, eylemsel gruplara ayrılmasının altındaki sebeplerden biri de budur. Aynı coğrafyanın insanları olup, aynı şeyden bahsediyorken, dil algısı ve gerektiği gibi dinlememek bizleri sonu olmayan fikir ayrılıklarına bölmektedir. Kişiler, bu durumun sebeplerini içten bir şekilde anladıklarında ise, aslında ortada bir ayrım olmadığını, sadece zamansal, algısal düşüncelerle toplumların birbirlerinden ayrıldığını net bir şekilde görebilmektedirler.
Bu durumu kavramak, aramızda sevginin, birliğin dilini, kültürünü tekrardan kurmamızı, sağlayacak, hep birlikte yol aldığımız bu ebedi yolculukta, yolumuzu hep doğru gösteren bir pusula olacaktır. Birbirimizi anlamayı ve dinlemeyi başararak, insanlık en büyük zafer tablosunu oluşturacak, birlik beraberlik ile tarihe altın harflerle geçecektir…