Şu anda gerçeği algılayamadığımız bir dünyanın içindeyiz. Çocukluğumuzda, dünyanın farklı güçlerle ve hayaletler ile dolu olduğunu düşünürdük. Tıpkı masallarda anlatıldığı gibi… Yetişkinler bunu asla ciddiye almamıştı ama bizim için mevcuttu ve bizler o dünyanın içinde yaşadık. Doğru gerçeğin…
Bir sonraki aşamada, dünyanın bu görüntüsü aniden kayboldu ancak bize bugün bile sanki bu güçler mevcutmuş gibi gelmektedir. İşin doğrusu, biz sürekli onları arıyoruz. İçinde var olduğumuz dünya hakkında bilmek istiyoruz, çünkü biz bu bilgi olmadan hayatta kalmayı, keyif almayı, belirsizlik hissini yok etmeyi başaramayız. Bizim şu soruları nasıl cevaplandıracağımızı bilmeye ihtiyacımız var, “Ben kimim, ben tam olarak neyim ve yarın neyi saklıyor?’’. Biz, durumumuzu geliştirmek için duyduğumuz arzularımızın sorularıyla uyandırıldık. Merak ve dünyayı daha iyi anlama arzusu ile… Bu sorular bir insanı içinde yaşadığı gerçeği aramaya ve bulmaya mecbur bırakır.
Biz bu gerçeği, aynı küçük çocukların odalarında amaçsız şekilde dolaştığı ve her şeyi dikkatle incelediği gibi araştırıyoruz. Daha sonra çocuk gelişir ve aletler oluşturur. Biz de her türlü içsel aracı geliştirmeye çalışıyoruz ki böylece kendimizi ve çevremizdeki dünyayı araştırabilelim.
Gerçeklik iki kısma ayrılmış durumda: ben ve benim dışımda olanlar…
Bazıları vardır ki, kişiyi araştırmanın ve değiştirmenin daha iyi olduğunu iddia ederler. Sanki ‘’ben durumu farklı kabul edeceğim; rahatlayacağım ve dünyayı da daha iyiymiş gibi göreceğim’’. dercesine…
Bazıları da der ki, ”olduğunuz gibi kalmanız daha iyidir ve “dünyadan en iyiyi alın ve dünyayı kendinize adapte edin”. Şu veya bu şekilde biz görüyoruz ki, çok da iyiye gitmiyoruz. İki yöntem de ça-lış-mı-yor!
En iyi durum, benim dünya ile gerçekten uyum içinde olduğum zamandır, onunla dengeye ulaştığım zamandır ki bu, benim tam idrake sahip olmam ile olur. Ne zaman arzular, işleyen görünmez güçler ve düşüncelerle dünyayla eşitlikte olursam tatmin olurum, bir dünya bükücü gibi. Suyu bükmek isteyen birinin suyla bir olması ve onunla birlikte akması gerekmez mi? Dünyayı teoride anlayıp biliyoruz ama hissediyor muyuz çevremizde dönen elementleri ve güçleri? Buna denge denir. Dünya ile o dengede olmaktan daha mükemmel bir durum yok. Bu durum annesinin rahmindeki bir ceninin hissi ile karşılaştırılabilir. Onun çevresindeki her şey cenine bakmak amacındadır. Direnmeye gerek yoktur, savunma için duvarlar inşa etmeye gerek yoktur. İşte bu, bizim gerçekten aradığımız şeydir.
Böyle bir duruma nasıl ulaşabiliriz? Bilimde bu duruma homeostasis denir. “Homer” benzer anlamındadır ve “stasis” durumları eşitleyici anlamına gelmektedir. Herkes, bitki, canlı ve elbette ki insan, bu duruma ulaşmayı arzu eder. Bizler bu duruma bir çok farklı seviyede çekiliyoruz, bilinçaltında, bilinçli anlama ile maddenin arzusunun her aşamasıyla form eşitliğine ulaşmak için.
Bizim amacımız formun eşitliğini nasıl elde edebileceğimizi bilmek, doğa ile eşit hale gelmeyi, saran dünya ile birleşmeyi, herkesin birbirinin istediği şeyi istediği ve birbiri gibi düşünebildiği üst bir duruma nasıl ulaşılacağını bilmek, kimsenin bana karşı bir art niyeti olmadığı bir yer, ya da güç ile bana bir şey verme veya benden bir şey alma arzusunun olmadığı, her şeyin sevgi ve sükûnet ile yapılacağı bir yer. Bu duruma ulaşmak için, benim kim olduğumu bilmeye ihtiyacım var, benim, çevremdeki dünyanın doğasının ne olduğunu bilmeye ve formun eşitliğini nasıl edineceğimi bilmeye ihtiyacım var. Çünkü evimde bir hayalet var aynada gördüğüm ve bu hayalet doğanın bilgisini elde etmeden rahat etmeyecek. Bu bilgiyi birlikte edineceğiz…