Bizler büyük bir değişim süreci içerisindeyiz. Yaşamda var olmak için egomuzun yardımı ile kendimizi mümkün olduğunca geliştirdik. Tarih boyunca birçok kültür bu gelişimin bir parçası olmuş ve her bir nesil bize o döneme ait miraslar bırakmıştır. Bilim, sanat, endüstri, tarım ve birçok farklı alanda gelişmeler gösterip insanlığa sözde daha iyi bir koşul için hizmet edecek büyümelerle ilerledik. Yaptık, yıktık, ürettik, tükettik ama bir türlü istenilen gerçek refaha ulaşamadık. İnsanlık gün geçtikçe daha da mutsuz ve yorgun bir duruma geldi. Peki bunca yol katettikten sonra insanlık neden hâlâ mutsuz?
Her ülkede genelde en büyük fonlar askeri alanlara ayrılıyor. Yapılan birçok icadın, teknolojik keşfin kökeninde orduların ve silah sanayiinin gelişimi için yapılan araştırma yatırımlarının bulunduğunu biliyoruz. Ülkeler kendi aralarında bu ölümcül rekabetin içerisindeyken bireyler de bu rekabet dünyasında kendi paylarına düşeni uyguluyorlar. Herkesin kendini önemli ve özel hissetmek istediği bir dünyadayız artık. Kariyerler, markalar, şöhretler, statüler, internet uygulamaları ile baş döndürücü daha birçok şeyin olduğu bu girdabın içinde, farkında olmadan aldığımız bu değerler doğrultusunda kendimizi üstün veya daha iyi olduğumuz düşüncesiyle var etmeye çalışıyoruz. Gelişimimiz için bize hizmet eden egomuzun, aslında bizleri birbirimizden ayırdığını görmeden, bencil bağlarla bağlanmış olmamız, mutsuzluğumuzun temel nedenidir. İşte tam da bu noktada salgın ve beraberinde getirdikleri bizler için, egoist bağlarımızı gözden geçirip onları özgecil olana dönüştürmemiz için yararlı bir koşul sunmuş oldu. Artık insanların daha çok düşünüp değişmeyi talep etmeleri için bir fırsat var.
İnsanlık tarihi ve gelişimi bize gösteriyor ki bizler hiçbir şeyden ders almamışız. İlerliyoruz, bireysel veya toplumsal olarak gelişiyoruz, ama ne için? Birbirimizden daha çok kopmak için mi? Herkesin sevmekten korktuğu bir dünya yaratmak için mi?
Artık sorumluluğu üstlenmenin zamanı geldi. Değişim önce kendimizden başlar. Herkesin değerli ve özel olduğunu kabul etmeliyiz. Bölünen bir dünya değil, bir ve bütün olan bir dünya istiyorsak kendimize yapılmasını istemediğimiz şeyi bir başkasına yapmamayı öğrenmeli ve bunu çocuklarımıza öğretmeliyiz. Doğa bunun için en güzel örnektir. Yaşayan her canlı bir diğerinin varoluşuna hizmet eder. Bu şekilde doğa tam ve bütündür. Sömürmez ya da çıkarları için kullanmaz. Koşulsuz nefes almamızı sağlayan hava gibi, bizi besleyen toprak gibi, tüm dünyaya yaşam kaynağı olan su gibi. Doğa bize böyle koşulsuz bir sevgi ile var olma şansı verirken bizlerin bu egoist bağ ile kendimizi tüketmemiz aslında çocuklarımızı da sevmediğimizi bize gösteriyor. Aksi takdirde onlara duygusal veya fiziksel anlamda savaşan bir dünya değil; birbirini seven, kollayan, anlayış ve hoşgörü ile yaklaşan bir dünya bırakmak için çabalardık.