Birisi size bir tokat atsa, iki dakika sonra bunu unutabilir misiniz? Kedilere, köpeklere masallar anlatabilir misiniz?
Uçan rengarenk bir kelebeğe, dünyanın en müthiş varlığı gibi hayretler içinde, merakla bakabilir misiniz?
Kuru bir ekmek parçasını kemirirken mutlu olabilir misiniz?
Tuhaf yüz göz hareketlerine dahi kahkahalarla gülebilir misiniz?
Tozun toprağın içinde, olan biteni umursamadan, bambaşka bir dünya inşa edebilir misiniz?
Kim yapabilir bunu demeyin!… Etrafınıza bir bakın!… Yapanların olduğunu göreceksiniz. Çocuklar ve çocuk kalbiyle yaşayanlar…
En kötü koşullarda bile, saf, doğal ve mutlu olmayı başarıyor onlar… Üzerlerine ne giydikleri hatta bir şey giyip giymedikleri dahi önemli değil. Nefret, intikam, hırs, mevki, gösteriş, ikiyüzlülük, menfaat gibi sözcüklerin ne anlama geldiğini bilmedikleri bir hayat sürüyorlar.
Hepimiz çocuk oluyoruz. Saf ve doğal, tüm kötü duygulardan uzak yaşıyoruz belli bir yaşa kadar. Peki ne oluyor, nerede kaybediyoruz bu karşılıksız sevmeyi, almadan vermeyi?
Güneşi her doğuşunda ilk defa seyrediyormuşçasına seyredemez miyiz birdaha? Karşımızdakinin elini art niyet olmadan yeniden tutamaz mıyız sevgi ile? Deniz kenarında kum taneleriyle oynamak mutlu edemez mi bizi çocuklar gibi? Tokat atana tokatla karşılık vermeden duramaz mıyız artık?
İşte mutluluğu burada kaybediyoruz biz. Tam burada… Çocuk kalbimizi yitirmeye, onu kinle, hırsla, şehvetle, nefretle, endişeyle beslemeye başladığımız bu noktada. Oysa ki her yeni gün umut vaat ediyor hala. Hep bir şeylere yeniden başlıyor gibi, hep ilk kez görüyormuş heyecanıyla katıksız bir sevgiyle yaşamak…
Hayat, her sabah yeniden fırsat sunuyor bize. Kötü olan hayat değil, o akıp giden zaman eşliğinde perdesini açan bir tiyatro sahnesi sadece. Oyuncuları bizleriz. Ve çocuk kalbimizi yitirip, her şeyi bitmeyecek gibi yaşarken, kaybettiklerimizin sorumlusu da biziz.
Sokaktaki kediyi muhteşem bir varlık gibi okşayabilmek, sabah uyandığımızda penceremizden süzülüp giren ışığı yeniden fark etmek, acı ve üzüntüleri unutup sanki hiç sevmemişçesine yeniden sevebilmek…
Düştüğümüzde bile tozlarımızı silkip devam edebilmek yürümeye… Ağlamadan, bir şey olmamış gibi acımadı ki diyebilmek…
Yüzümüzdeki çizgilerle, saçımızdaki aklarla, çocuk kalbimizin saflığıyla dalga geçebilmek hayatla…. Bizi yaşayanın zaman olmasına izin vermeden, zaman içinde ama zamanın ötesinde yaşayabilmek… Bu hayatın tam içinde ama tam dışında var olabilmek sanatı…
Bunlar elimizde… Yapabiliriz hala!… O çocuğun ışığı hala kalbimizin bir köşesinde… Uyandırılmayı bekliyor. Gecenin güne döndüğü, tekrar hatırlanacağı yerde…