Her gün yeni, daha can sıkıcı bir şiddet olayı duyuyoruz ve bu konuda ne yapabileceğimizi bilmiyoruz. Doktorlara, hemşirelere, garsonlara, ebeveynlere, öğretmenlere, aklınıza kim gelirse ona karşı şiddet var. Ve bu her an herkesin başına da gelebilir düzeylerde. Örneğin, geçen hafta araba kullanırken başka bir araç aniden önüme geçerek yolumu kapattı. Acelem vardı ve ben bu araçtan dolayı hareket edemiyordum. Çaresiz bir şekilde aracın içinde düşündüm, “Arabadan çıkmalı mıyım yoksa çıkmamalıyım?” Çünkü oradaki birinin aklını yitirip yitirmediğini ve hatta beni öldürmeye bile teşebbüs edip etmeyeceğini kim bilebilirdi?
Bu gerçekten de bir şeylerin şimdiye kadar giderek daha aşırıya tırmanmakta olduğu ya da toplumda artık kabul edilemez boyutlara geldiğine ilişkin bir hissiyat benim için. Bunlar nereden kaynaklanıyor? Neden oluyor? Her şeyden önce, zaten çok ferdiyetçi bir toplum haline geldiğimizi anlamalıyız. Geçmişte, küçük bir ülkede yaşıyorduk; aynı köyden, aynı şehirden gelmiştik. Daha geniş ya da daha küçük bir aileye ait olma duygumuz vardı. Bu bizleri sakinleştirir, başkalarına karşı farklı bir tutuma yönlendirirdi; bugün ise böyle bir şey yok. Şimdi, hiç kimse şu insan bana daha yakın, şunlar da değil şeklinde içsel bir hissiyat taşımıyor. Başka bir olgu ise, her insanın muazzam dış baskılar altında olmasıdır, çünkü yaşamın hızı ona dayanamayacak hale gelmiştir.
Doğamız, itibari ile buna hiç de uygun değildir. Aslında bir köyde, küçük bir şehirde yaşamak için uygun yapıdayız; güncel durumumuz yapımıza hiç uygun değil. Benim bir arkadaşım var. Kanada’nın kuzeyindeki üç ila beş bin kişi nüfusu olan küçük bir köyde yaşıyor. Kendisi bir avukat. Diyor ki; baskıya, yaşamın baskısına dayanamıyorum ve sonra birkaç ayda bir atlı araba benzeri bir araç alıp, çıkıp gidiyor.
Söylemek istediğim şu ki, sinir sistemimizin bu hızda işlev göremediği bir yaşam temposuna girdik. Bir araba motorunu sürekli yüksek devirde tutmak gibi, ne kadar kendinizi bu tempoda tutabilirsiniz? Sonunda azaltmak zorundasınız, yoksa arabayı servise götürmeniz gerekecektir. Yani, şiddete karşı artan eğilim, elbette var. Bu hayatın hızının bir sonucudur. Ve bir boşluk hissi oluşuyor. Evet boşluk, hepsi birden; seçmediğim, zorlandığım ve her seferinde daha fazla yükümlülük gerektiren bir hayat yaşıyorum ve bütün bunların hepsini nasıl sona erdireceğimi bilmiyorum.
Böylece de yaşamımızı zamanla öylesine yapılandırdık ki giderek artan şiddet olgusu bunun bir sonucu olarak ortaya çıktı.
Ve aslında her şey bir eğitim meselesi, insanların birbirine yakınlaşmasına, aralarında iyi bir bağ gücünün oluşmasına izin vermeliyiz. Birbirimizi daha olumlu yönde etkileyerek, sakinleştirebileceğimizi ve hatta yaşamdan haz alabileceklerini anlamalıyız, ancak bunların hepsi eğitime bağlı ve ne yazık ki kimse bununla ilgilenmiyor. O kadar ki, hep birlikte buna inanmayı bıraktık. Farkında değiliz ama eğitim bir insanın hayatını olduğu gibi değiştirebilir. En basit ve en kısa yol, insanlara, birbirleri arasında doğru ilişkilerin kurulmasını benimsetmektir. Bu kadar! Sadece buna yatırım yapalım; şimdi vücudumuzu idamesi için bütün diğer hayvanlar gibi gerek duyduğumuz temel şeylerin dışındaki her şeyi bir kenara bırakalım. Buna küresel bir görev olarak bakıp, küresel misyonumuz olarak yatırım yaparsak, tüm sorunların hepsini, eksiksiz çözeceğimizi göreceksiniz! Ve bu kolay olacak, çünkü herkesi cesaretlendirecek, herkes bir diğerine yardım edecek. Çevrenin bir insan üzerindeki etkisi muazzam bir şeydir, hiç kimse buna dayanamaz ve bu nedenle bu tür bir etkiyi arttırırsak, sonuçları çok çabuk göreceğimizi düşünüyorum.
Neden? Çünkü, ben çevremin bir ürünüyüm. Nerede yaşıyorum? Şimdi bir ormanda yaşıyor olsam çok stresli olur muydum? Belki kafama ağaçtan düşebilecek bir yılan yüzünden, başka türlü bir şey olabilir mi? Bunun anlamı, çevreme bağlı olmamdır. Çevre ile sürekli bir etkileşim içindeyim ve işte hepsi bu! Kendimizi sadece bu gereksiz gerginlikten doğru ilişkiler, aramızdaki ilişkiler yönünde uzaklaştırmak zorundayız.