İnsan türü olarak kendimizi başkalarına bakarak değerlendiren, kıyaslayan, ölçen bir doğaya sahibiz. Bu ölçümleri de bireysel çıkarlarımızı merkeze alarak yapıyoruz. Buna basitçe “egoistik doğa” deniyor. Biyolojik ve tarihsel gelişimimiz, bu egoistik doğamız ekseninde gerçekleşti, bugünlere geldi. Fakat şimdi öyle bir noktadayız ki bizi sürekli olarak başkalarıyla rekabete sürükleyen bu egoistik doğamız, geliştirdiğimiz her şeyi ve gezegenimizi tüketerek yok etme aşamasına ulaştı. İnsanoğlunun bencil gelişimi artık zirve noktasında…
Bu çerçevede, öngörü sahibi birçok insan, büyük ve genel bir krizin eşiğinde, hatta tam olarak içinde olduğumuzu uzunca bir zamandır dillendirmekteydi. Yaşadığımız son dönemde bu öngörünün doğruluğunu perçinleyen bir tabloyu net olarak önümüze koydu. Peki oldukça karamsar gözüken bu tablodan çıkabilir miyiz ya da nasıl çıkabiliriz? Bu soru hepimizin önünde duruyor ve doğru bir şekilde cevaplandırılması aciliyet arz ediyor. Aslında bu sorunun yanıtı kağıt üzerinde oldukça basit; yalnızca kendimizi iyi hissetme arayışından, herkesin iyi hissetmesi arayışına geçiş yapmak. Egoist doğamızın bizi iteklediği rekabetçi eğilimlerimizi, başkalarının zararına yarattığımız ölçüm kriterlerimizi gözden geçirerek bütün toplumun, insanlığın iyi hissettiği bir anlayışı inşa etmek… Ancak bu şekilde güvenli bir dünyada, iyi bir toplumda yaşayabilir, iyi ilişkiler kurulabilen, herkesin kendisini iyi hissettiği bir gelecek yaratabiliriz. Toplumun genel iyiliğinin en yüksek değer olduğu bir ortamda, herkesin herkesle doğru bağlar kurabildiği bir dönüşüm evresini başlatmak bizim elimizde.
Tüm farklılıklarımızın üzerinde, sevgi ve karşılıklı anlayış çerçevesinde birlik olmak hedefine güvenli ve doğru bir şekilde yürüyebilmek hiç de zor değil. Bu doğru hedef, doğaya iyi ve bütüncül şekilde uyumlanacak bir hedeftir ve içtenlikle benimsenip uygulanması durumunda, içinde bulunduğumuz doğa sistemi tarafından da tam olarak desteklenecektir.