Bilginin kolaylıkla erişilebilir olduğu günümüz dünyasında hepimizin sosyal medyadan da görebileceği gibi giderek büyüyen, tüm dünyayı sarmaya başlayan bir mutsuzluk ve yalnızlık salgını söz konusu. Küresel ekonomik krizler, doğal afetler ve devam eden pandemiyle birlikte hepimiz içinde sıkıştığımız bu koşulları anlamak ve aşmak için yaşamlarımızı yeniden gözden geçirmeye başladık.
Çoğumuzun aklından “Sadece mutlu olmak istiyorum, bunlar neden benim başıma geliyor?”, “Bunları hak edecek ne yaptım ki?” gibi sorular geçiyor. Önemli sorular bunlar, aklımıza geliyorsa bir nedeni ve gideceği bir yer mutlaka vardır. Hem neden biz olmayalım ki? Herhangi birinden bir ayrıcalığımız olduğunu sanmaktan gelen bu sorulardan aradığımız cevabı alamayabiliriz.
O zaman aynanın karşısına geçip kendimize aklımıza gelen bir başka soruyu soralım, “Kimim ben?”. Sonra aynadaki aksimizi dünya olarak farz edelim ve aradığımız cevabı bulabilmek için gözlerimizi kapatıp gördüğümüz dünyaya hayalimizde dalalım ve yolculuk başlasın. Artık içinde yaşadığımız dünyaya dışarıdan bakıyoruz, insanı seyrediyoruz, belki yukarıdan…
Birini görüyoruz, sağa sola koşturan ve dokunduğu her şeyden haz almaya çalışan, aldığı her hazdan yeni arzular doğuran ve acıya, yeni korkulara gebe kalan. Daha fazlasını istiyor, aslında o her şeyi istiyor, hem de hiçbir şey vermeden. O kadar çok istiyor ki en sonunda parçalara dağılıyor zaten her şeye sahipken.
Bu parçalanmadan oluşan insanları görüyoruz, sağa sola koşturan. Dokundukları her şeyden haz almaya çalışan, tattıkları her hazdan yeni arzular doğuran ve acıyı, yeni korkulara gebe kalan. Daha fazlasını istiyorlar, aslında her şeyi istiyorlar, hem de hiçbir şey vermeden. O kadar çok istiyorlar ki en sonunda daha da bölünüyorlar.
Bölünüyorlar ve bölündükçe kontrolden çıkıyorlar çünkü her biri her şeyi istiyor, sadece kendi için, hiçbir şey vermeksizin. Dünya bir oyun bahçesiymiş gibi, sanki aldıkça mutlu olacaklarmış gibi. Herkes birbirine çok yakın olsa da kalplerdeki mesafe arttıkça hava soğuyor, güneşin parıltısı, sevginin ışığı artık çok uzaklarda. Karanlık çöktü, şimdi sadece sinsi nefret var.
Oysa barışın kokusuydu burun kıvırdıkları. Dünü yarını unutup günü yaşıyorlar, kaçınılmaz yıkıma kucak açarak.
Tüm bunlardan sonra daldığımız dünyadan çıkıp aynadaki aksimize bakalım ve sorumuzu hatırlayalım, “Kimim ben?”.
İşte biz tam da bu canlandırdığımız dünyadaki her şeyi kendi için isteyeniz, her birimiz. Kendimizi bilmekten, kabullenmekten korkuyoruz. Gerçeğin ışığından kaçıp bencil egolarımızın emrinde şuursuzca karanlıkta yaşamaya devam ediyoruz. Egomuz tüm zamanların en büyük hırsızı. Önce bizi hiç kimsenin sevmediği gibi seven oldu, sonra elinde bir kafeste yüreğimizle gözden kayboldu. Kendimizle birlikte tüm insanlara ve dünyaya zarar vermemize neden oldu.
İnsanoğlu olarak gelecek vizyonumuzu, içimizde derinlerde gizlenen nefreti keşfedip sevgiye dönüştürmeye odaklamalı ve hepimizin edinmek istediği mutluluğu kazanmak için aramızdaki bağları düzeltmemiz gerektiğinin farkına varmalıyız çünkü bizler değişmedikçe gelecek değişmeyecek.
Unutmayalım ki, ayna bize bizi yansıtır. Biz ne isek dünya o olmaya devam edecek.
Bu dünyada kayıp çocuklar gibiyiz, renklerini yitirmiş çiçekleriz. Sevgisiz biz, dalından koparılmış çiğ meyveleriz. Kalplerimizin açlığını sevgiden başka şeylerle dindiremeyiz. Herkesin birbirinden almaya çalıştığı değil de birbirini önemsediği özgecil bir dünya, düşünü kurduğumuz mutluluğun cevabı olacak, eğer gerçekten istersek, kendimizle korkmadan yüzleşip değişim için harekete geçersek.