Nesiller boyu insan anlamak ve anlaşılmak istemiştir. Kurduğumuz tüm iletişim sistemlerinin varoluş sebebinin temelinde aslında anlamak ve anlaşılmak yatar. Bunu toplumsal ve bireysel olarak ele alabiliiz. İlkel dönemlerden başlayarak her topluluk kendine özgü bir konuşma lisanı oluşturmuştur. Coğrafi koşullar ve içinde bulunduğu topluluğun kültürel yapısının değerlerine göre kendine özgü bir ifade ediş biçimi geliştirmiştir. İşaretler, çizimler, sesler ve yazıyla çeşitli dil yapılarını oluşturarak her toplumun kendi içinde konuştuğu günümüz lisanları türemiş ve kendini var etmiştir.
Elbette başlangıçta her şey en temel ihtiyaçlar doğrultusunda kendini geliştirerek şekil aldı. Fakat zamanla insanın teknoloji ile tanışması ve keşfetme arzusu birleşince her şeyin daha farklı bir yol aldığı günümüz dünyasına gelmiş olduk. Artık akıllı televizyon ve telefonlarımız var. İnternet bilginin ulaşılabilirliğini sağlayarak herkese eşit imkânlar sunmuş oldu. Fakat insanlık olarak anlamak ve anlaşılmak için geliştirdiğimiz tüm bu ilerleyişin sonunda gördüğümüz şu ki; aslında ne toplumsal ne de bireysel olarak hala bir arpa boyu yol kat edememişiz. Fiziksel olarak her ne kadar aksi gibi görünse de hayat bize gerçekte anlamak ve anlaşılmak yerine birbirimizden ne kadar uzaklaştığımızı gösteriyor. Bunu çökmüş eğitim sistemimizden, ekonomik yoksulluktan, ülkeler arası anlamsız çatışmalardan anlayabiliriz. Bireysel olarak ise birbirimize karşı tahamülümüz az, duygusal bağ kurmakta zorlanıyoruz, kimse kimseyi anlamak istemiyor. Herkes sadece anlaşılmak istiyor. Tüm insanlık olarak aramızdaki bu kopukluk bireysel olarak da içimizde büyük bir yalnızlık olarak kendini gösteriyor. Sadece doğanın bir parçası olduğumuzu unutup onun bize verdiklerini tüketmekle kalmıyoruz aynı zamanda birbirimizi de yiyip bitiriyoruz. Çünkü sadece anlaşılmak istiyoruz. Sevilmek istiyoruz. Oysa her şey en başta doğru iletişim becerileri kurmak içindi. Peki, nedir bu anlamak ve anlaşılmak?
Anlamak ve anlaşılmak karşılıklı uyum içinde gerçekleşen bir bağın gücüdür. Bu bağın adı sevgidir. Sevgi bu hayattaki en güçlü silahtır. O öldürmez, yok etmez, sadece var eder. Sevgi başkasının ihtiyacını gözetmektir. Tıpkı bir annenin çoğuna yaklaşımı gibi. Sevgi tüm kusurları örter. Anlamak istiyorsak önce dinlemeyi öğrenmemiz lazım. Karşımızdakini kendi değerlerimize göre anlamaya çalışmak yerine onu kendi varoluşu ile kabul edersek gerçek anlamda anlamaya bir adım atmış oluruz. Dikkat edersek birçoğumuz gün içerisinde duygu ve düşüncelerimizde, durum veya bir kişi karşısında görmek istediğimiz ya da anlamak istediğimiz şekilde tutum gösteririz. Oysa tüm bunların karşısında gerçekten kalben anlamaya ve dinlemeye çalışırsak aslında birçok şeyin sandığımız gibi olmadığını görme fırsatını yakalarız. Eski Türk filmlerindeki ‘’Göründüğü gibi değil, açıklayabilirim’’ repliğini hepimiz biliriz. Aslında filmlerde gülerek geçiştirdiğimiz bu durum farkında olmadan hepimizin hayata, kendimize ve başkalarını anlamaya yönelik takındığımız gerçekliği bize gösterir. Bunu komik bulmamız bir anlamda ironiktir. Bu konudaki en önemli nokta dinlemeyi anlamayı istemektir. İnsan sadece değer verdiği kişi ve şeyleri duymaya meyillidir. Bu nedenle aslında anlamaya çalışmakla beraber karşımızdakine ona olan sevgimizi de göstermiş oluruz. Çünkü bizim içim önemsiz olan şeylerle ilgilenmeyiz. O zaman şöyle diyebiliriz. Anlamak için değer veriyor ve önemsiyor olmamız gerekiyor. Peki, anlamamız gereken nedir?
Elbette sevgi. Sevgiye duyduğumuz ihtiyaçtır. Sahip olduğumuz her şeyin en temel ihtiyacımız olan bu arzudan doğduğu gerçeği. Sevilme arzumuz. Tek başımıza hiçbir şeyin anlamı olmadığı gerçeğiyle yüzleşmemiz, var olan her bir insanın bu koca dünyada din, dil, ırk, cinsiyet fark etmeksizin bu ortak temel arzuya ihtiyaç duyduğu anlayışına gelmemiz anlamamız gereken şeydir. O zaman görünüşte farklı olsak da, hikâyelerimiz değişiklik gösterse de içimizde kalbimizde her birimizin aynı olduğuyla hemfikir olabiliriz.
Anlaşılmayı sağlamak için önce bir şeyi edinmiş olmak, anlamak lazım. Ve bu anladığımızı en doğru şekilde aktarabilmeyi öğrenmek. Bizler tarih boyunca yazdık, çizdik, kırdık, geçtik derken dünden bugüne birçok yöntem aracılığı ile anlaşılmak istedik ve biz buradayız demek istedik. Peki, ne için?
Sevilmek için. Sevgi her insanın en temel hakkıdır. Ama insanlık tarihinden günümüze kadar baktığımız gördüğümüz tek şey hala birbirimizden ne kadar kopuk ve uzak olduğumuzdur. Tüm o icatlar, savaşlar, aşklar, tutkular hepsi boşuna mı yaşandı. Tabi ki hayır. Yaşanan her şey şimdi bize hala birbirimizi anlamadığımız ve anlaşılmayı beklediğimizi gösteriyor.
Belki de öğrenmemiz gereken anlaşılmayı beklemek yerine anlamaya çalışmaktır. Herkesin birbirini anlamaya çalıştığı bir dünyada anlaşılmayı bekleyen kimse kalmaz. Tabi kendi anlayışımıza göre değil karşımızdakinin ihtiyacına göre anlamayı öğrenirsek ve kendimiz için endişe duymayı bırakırsak o zaman herkes bir diğerinin iyiliği için endişe duymuş olacak. İşte o zaman anlamak ve anlaşılmak arasındaki bağ aramızdaki sevginin gücüyle bizleri tek bir bedenmiş gibi herkesin eşit ve mutlu olduğu bir dünya anlayışına getirecek.