Günümüzdeki doğal afetler, hastalıklar, sosyal bozukluklar geçmişte de yaşanmıştır ve insanlar nüshalara, derilere, tabletlere bunlarla ilgili yazmışlardır. Ve o dönemlerin toplum büyükleri de dahil olmak üzere çoğu durumu pek de net bir şekilde anlamlandıramamıştır.
Yalnızca bazı özel insanlar bu olayların ardındaki sebepleri hissetmiş ve hakkında yazmıştır.
Araştıranlar iyi bilirler ki insanoğlu, tarih boyunca başına gelen olaylardan mitler ve efsaneler yaratmıştır. Dünyamızın sonunun geleceği , dengelerin değişeceği gibi konular o zamandan bu yana tekrar tekrar gündeme gelmiştir.
Ekonominin, siyasetin , bilimin ve ahlakın hep insanın durumuna göre şekillendiği ve kainatın bizim eylemlerimize, düşüncelerimize veya taleplerimize cevaplar verdiği konsepti sık sık işlenmiştir. Yağmur dualarından ekin danslarına , baharın gelişini kutlayan paganik geleneklere varıncaya kadar türlü biçimde doğayla birebir ilişkide olduğumuzun hissini ifade eden uygulamalar olmuştur.
Birliğin ve beraberliğin önemi, çevredeki diğer öğelerle uyum içerisinde bir yaşam , şiddet kullanmadan çözüm üretmek ve ihtiyaçtan fazlasını almamak üzerine , ahenkli bir eşitlik ve kadın erkek ilişkileri üzerine her dönemde düşünülmüş, teoriler çeşitlendirilmiş simgeleştirilmiş ve yazılar yazılmıştır. Nihayetinde insan çevrede olup biteni anlamak ve daha iyi düzenlemek için içinde hep bir arzu duymuştur.
Bizler bugün tarih içerisinde tüm insanlık ailesinin birbirine ekleyerek oluşturduğu binlerce yıllık kadim bir kütüphaneye sahibiz. Ama günümüz koşullarının bize dayattığı modern yaşam yüzünden özümüzden kopmuş ve ruhunu yitirmiş bir biçimde , köleler gibi yaşıyoruz. Sabahtan akşama kadar birileri ihtiyaçlarından fazlasını kazansın ve bizler de yaşayabilelim diye dört duvar arasında ömrümüzü heba edip ölüyoruz. Ekonomik eşitsizlikler, sınıf ve ırk ayrımcılıkları, duygusuzluk ve boşluk içerisindeyiz. Yönetimler ise aynı biz insanların doğası gibi benmerkezci ve yaptırımcı bir şekilde çalışıyor. Çünkü bir parçası olduğumuz doğadan kopmuş, koparılmış bir durumdayız ve bunun sonucunda bize benzemeyen herşeyden rahatsız olan , yok etmek isteyen bir varlığa dönüşmüşüz. Gelişen teknolojiye rağmen şiddet ve insanın insana zulmü artarak devam ediyor. Şimdi yaşadığımız çöküş esasen mucizevi bir çöküş. Bu kainatın birbirimize olan kötü yaklaşımlarımıza verdiği bir cevap ve bizler, herşeyden kopuk tek başına yaşayan canlılar olmadığımızı hatırlamaya başlıyoruz. Doğanın kanunlarını değiştirecek bir teknolojinin olmadığını ve birbirimizden sorumlu olduğumuzu kavrama noktasına geldik…
Uzun bir uykudan sonra alarm çalıyor ve artık önümüzde bir kainat bir de insanlık var. Bu nedenden dolayı, odak noktamızı bu konuları gözlemleyerek yeniden inşa etmeliyiz ki, her birey otoriteye gerek kalmaksızın, neyi neden yaptığını bilerek ve hissederek topluma katkıda bulunabilsin. Ve birey olarak kendini ifade edebilsin. Doğanın önderliğini kabul ederek hem kendisi yönetici olsun hem de doğa ona, doğanın içindeki yönetimin resmini göstersin. Ve bu durumda da herkesin eşit çıkarları olduğunu kavrayan insan, doğamızdan başka bir şeyimiz olmadığı noktasına vararak var olsun. Böyle bir ”yeni insan varlığı” , yaşayan her bir insanın eksiksiz şekilde varolabileceği ahenkli bir yaşam devrimi yapabilir, hatta fiziksel bedeninin engellerinden dahi kurtulabilir. İşbirliği ile çalıştığı doğanın gücünü olumlu bir biçimde arkasına alan insan , engin bir bilince ve merhamete sahip olmanın mutluluğuyla emin olalım ki huzuru yaratacak, vicdanının evrimini o zaman tamamlayacaktır.